30 Ocak 2016 Cumartesi

Bir Nağme

               Hüzünlü bir ağıt, uzun, füsûn;
               kömür gözlüm, ağlıyor musun?
Fakat değil zamânı şimdi sevmenin, sevişmenin…
               Senin sesin, bu şûh nağmenin
               incilâsıdır gözünde sürmenin.
Hayât nedir seninle ücrâ bir ufukta, âh, o nedir?
Senin neşvedâr kollarında – az biraz güler hayât,
               güler şu alevlenen şûkûfeler, 
               güler şu yüz kızartan lâtîfeler.
Soğuk, bu kar, şitâ… Zannetme sakın korkulur,
elbet o şitâ behâr olur, bu zifirî leyl nehâr olur.
Sabret! Keder biter ve hayâtın füsûnkâr olur.
               Bak,  hep gördüğün vakfeler;
               gide gide kısalıyor mesâfeler.
Evet... Muttasıl hicrânın sonu var, fakat heyhât;
şu hicrân için nasıl «Onu bilmem ben!» denir?
               Gözüm misâli pür-çeşmenin,
               elemine ağlar şûh nağmenin!
Fakat değil zamânı şimdi sevmenin, sevişmenin…
               Hüzünlü bir ağıt, uzun, füsûn;
               ey, dilberim! Duyuyor musun?

Eski Şeyler
11, VII, 2015

Cihândadır melekler!

Ağlayan, rûhu dağlayan siyâh-renk sokaklarda
birkaç lambanın ziyâsı gönlümü eyliyor tehzîz.
Şu dem-beste bülbüller durur fecî’ saçaklarda,
                            âciz ve sessiz.

Semâ güneş görecek elbet… Lâkin ne zaman?
Ziyâ raks eyliyecek şu cihânın süsüyle... Zillet,
rûhu solduran, dağılacak şu şebreng duman;
                            bekle ve seyret.

O sisli, kömür gözlerin ki en zifirî siyâhtan
bana bakmakta: Âh, nasıl da mâsumânesin! 
«Cihândadır melekler!» diyen Allâh'tan
                            bir nişânesin.

Eski Şeyler
9, VI, 2015

13 Ocak 2016 Çarşamba

Şükûfeler... Türâb!

Hava latîf... Çiçekler açar içerinden
bir türâb ki hülyâlarımla dolmuş,
bir türâb ki şükûfelerle muayyen;
fakat benim goncam, bak... Solmuş.

Ne var hisse şâyân fakat şu âlemde?

Benim bugün onu takdîre hâlim yok.
Adını anar inlerim artık her demde;
sen yoksun, bak... Âh, derdim çok!

Goncam diyorum, o rûh ki bir dilber,
onu görünce sararıp da solmuşdum.
Bir dilber ki kelebeklerden müzehher;
her işvesine hayrân, şâir olmuşdum.

Ona hayrân hissimle şâir olmuşken

nasıl fırâkını tasvîre iktidârım olur?
Neşvedâr hâlimle sararıp solmuşken,
nasıl hislenip yazacak bahârım olur?

İşte ben böyle sensiz olan her leylin

kalbimde yasını tutarım... Of, figân!
Ve içimde sana dâir olan her meylin,
hem de her meylin... Sevgilim, inan.

13, I, 2016

9 Ocak 2016 Cumartesi

Hazîn Mûsikî

Sorardın: «Niçin muzdarîb ellerin
«biraz olsa dinlenmeden bî-haber?
«Yazık… şunca hâin, vefâsız için
«niçin cenk eder, koşturur, sabreder?»
Cevâbın olur belki tüm kasvetim,
bu yüzden itîrâz eder, inlerim.
Hayır, korkma… Lânetlerim müştekî
ruhun hâlidir… Pek hazîn mûsikî!


Eski Şeyler
4, IX, 2015

8 Ocak 2016 Cuma

Son Nazâr

Bilsen, niçin takıldı kaldı gözlerim o an
sen son bir kez baktın da nûrlu çehrenle bana,
benim âciz rûhumdu nazârınla boğulan;
ve efsûs! Artık bomboş kaldı sensiz bu yuva.

O an anladım işte… Ağlardın ufak ufak,
o hâtırâların da hükmü bitecek bir gün.
Fakat ne zormuş gittin ya ardından bağırmak
döndürmüyorsa seni… Şu münfa'il gördüğün

adam bile bastı bir taş hükmettiğin yere.
Soldu… Soldu ve gitti bütün o hâtırâlar,
Fakat şu âciz, yorgun, hatta belki bîçâre
gönülde bir iz; bilmem niçin hâlâ kan ağlar!

Eski Şeyler
2, IX, 2015

Hâb-ı Girîzân

Şimdi tüm şehir uykuda... Aldanma, ben
kaçan uykumla bütün, bütün şevkimden
uzaktayım... Bir cûşiş-i elem içindeyim.
Neşîdem yalvarır, tüm o hiss-i rikkatim!

Bu hazîn bergüzâra bakarım, bir zambak

solmuş ve düşmüş kalemimden ağlayarak.
Bir hâb-ı girîzânın tasvîridir bu, düşünün;
ben ve gece, tersimiyle bî-hâbız düşümün.

Lâkin zarar yok! Memnûnum bu hâlimden;

bî-huzûr, harâb olan şu hâl-i muhâlimden;
muhtazır, muğber, mahmûr hayâlimden;
                      inleyen kırgın ibtihâlimden...

Evet, memnûnum. Bu hâl bana bükâ getirir,

                      tüm giryemle mesrûrum ben.

                      O muayyen kederimden

tasvîr etdiğim hılkat benim mahfî hâlimdir,
bir şi'r-i perîşandır ki mânâsı... Melâlimdir.

8, I, 2016